Bir karartı

Yıllar önce tren garında unutulan bir kol saatiyim. Akrebim de yelkovanım da bir.

Tren garlarını benimsediğimde henüz 6 yaşındaydım. Raylara her dokunduğumda annemin bana "dokunma, elektrik çarpar" demesini anımsıyorum. Hiçbir zaman çarpmadı elektrik. Her zaman dokundum zaten.

Çakıl taşı topladığım Payas sahilini de unutmadım henüz. Bak aklımda! Bir kaplumbağam vardı, böyle büyükçe bir şey, onunla oyalanıp dururdum. He bir de arkadaşım vardı, Alperendi galiba ismi, tam hatırlayamadım şimdi...

Yeşil bahçe kapılı, portakal bahçeli ev.

Şuan tam olarak anladım ki, ne zaman karanlığıma dönmek istesem, ne zaman o bok çukuruna düşüp debelenmek istesem, ne zaman yalnızlığımı özlesem, önce Payasa dönüyorum. Gelincik tarlalarında dolaştığım, henüz kirlenmemiş günlere. Hastalıklı bir kalbim var. Her içeri girenin bir kıvılcımı yetiyor tetiklemeye. Durduramıyorum. Direkt kendimi geçirdiğim en sancılı en karanlık günlerde buluyorum. Asabi, aksi, laf anlamaz söz dinlemez,
umursamaz ve en önemlisi hissiz.'Hem zaten kötüyüm, karanlığım, telaş içindeyim..' O olsa böyle söylerdi. Hatırlatırdı Attila'yı. Ve ben şuan sonbaharı özledim.
Konu bu değil şimdi.
Tren garında unutulan kol saattiyim. Pilim de bitmiş üstelik.
Tutunacak bir kolum yok. Olmasında. Ben yalnızken güçlüyüm. Kimse
olmasın, olmasında.

Biz insanlar, aynı bestenin güftesi değil miydik? Her birimiz ayrı harfler olsada, hepimiz aynı şarkıyız. Debelenip duruyoruz işte anasını satayım. Aşklarımız, dostlarımız, hırslarımız, kariyerimiz, telaşlarımız... Herkesin derdi kendine yetiyor, bencillik üzerine oynanmış bir kart oyunu hayat denilen.
Öyle değil mi?

Yorumlar