Ölü-mek

"ölüyorum kaptan!"
diye bağırdım rıhtımdan güverteye.
Ölüyordum besbelli. Misal; kahvaltı masasında sağ elimde çatal sol elimde çay kaşığı 'sandalyenin hardal rengini elde etmek için hangi boyaları karıştırmak lazım acaba' diye düşüncelerle gözlerim sandalyeye öylece dikilmişken, ölüyordum. Ben sandalye olsam korkardım. Hoş mudur, psikopatca birinin gözlerini üzerime dikmesi?
ölüyordum.
Amaçsızca yaşayışımdan belliydi bu. Annemin bana 'doktora git sen iyi değilsin' demesinden belliydi bu. Belkide annemden başka kimse fark etmemiştir öldüğümü. çünkü kimse beni yeterince tanımıyordu. içimde kopan fırtına, bir aşktan kalma değildi. Bir dost ihaneti de değildi. Ki bunları o kadar önemsemezdim de zaten. ölüm soğuğuydu bu fırtınaya sebep olan. şekerlikte ters duran kaşık da farkındaydı bunun.
ölüyordum.
üzerime damlayan reçel damlasını fark etmeyecek kadar ölüyordum evet.
Bu bir intihar denemesi miydi? Yoksa ölürken yaşamak dediklerinin provası mı?
Her şeyi bıraktım da. şu sandalyeye oturmayınca yazamıyorum.
Aklımda milyonlarca şey var.
Neden artık resim yapmıyordum? Yapamıyordum. Bileklerimde ölüyor olmalıydı. üzerimden bu ölü toprağını nasıl atabilirdim nasıl, nasıl.. bilmiyorum. iyice yaklaştım, son gücümle bir daha denedim:
"ölüyorum kaptan!"..

Yorumlar