Rubâi Denemesi


"Hâli îhdaf-ı ey dil; alem-î hâb mı sandın
Cân-ı pervaz ise seyr-î sermest-î hâyran
Bu vaziyetten ki o nazar eyler çeşm-î mest
Sermest-î hâlden ey dil, zehr-î mey mi sandın?"

"ey gönül, karşında dururken o, sen rüya mı sandın... Ve can kuşunun kanat çırpışı, ona uçuşu, öyle tatlı geldi ki sana, sen o kanat çırpışa hayran kaldın... bu vaziyetteyken sen, onun bir bakışı seni sarhoş etmeye yeter. sen sarhoşluktan, zehri şarap mı sandın?"

Liseye gittiğim vakitler her cumartesi Beyazıt Kütüphanesine gider, divan şairlerinin eserlerini kurcalardım. Ne severdim! Fuzuli, nesimi, baki, şeyhi, nedim... derken zamanın nasıl geçtiğini anlamadan, veda vakti gelirdi bile. Üzerime bir yığın hayranlık giyer, laleliden binerdim tramvaya.
Zaman aktıkça yalnız edebiyatı ile değil, müziği ile de doğu kültürü beni öyle bir yakaladı ki, bırakmak mı? Mümkün değil! Ah diyorum nerede kaldı Janisler , Lennonlar...

Tüm bunlar yetmezmiş gibi, hiç anlamadığım bir enerji ile kendim gibi insanlar da dahil olmaya başladı aurama. Bu öyle güçlü bir enerjiydi ki, artık tüm bu müzikleri canlı canlı da dinleyebiliyordum. Ve bu insanlar, öyle tevazu sahibi ınsanlardı ki, hiç bir şey konuşmalarına gerek kalmadan, yaptıkları müzikle kendilerini ifade edebiliyorlardı... Her geçen gün şaşkınlığım artıyordu, üzerine yetmezmiş gibi, kendimi ney öğrenirken bulmuştum.

Bir şeyler oluyordu ve bir şeyler hala oluyor. Ben aslında yalnızım dedikçe evren tokat gibi yalnız olmadığımı suratıma çarpıyordu...

Ve bütün bunlar olurken, şu yukarıda ki dörtlüğü denedim, dilim döndüğünce...

Yorumlar